bi gün
otobüsteydik, o ve ben, bi arkadaşımız daha… o ve ben kardeştik, diğeri
arkadaşımız. otobüste sessizlik… bi süre sonra o dayanamadı ve arkadaşımıza dedi
ki “seninle sürekli konuşmak, sana bi şeyler söylemek zorunda hissediyorum
kendimi”… bizse konuşmazdık, gerek duymazdık sözcüklere. birbirimizin
bakışından duruşundan anlardık ne düşündüğümüzü.
o günü hiç
unutmuyorum. belki aynı anne-babadan doğmamıştık, ama kardeştik biz. o gün
gerçekten anlamıştım bunu.
hala da
kardeşiz, böyle “kardeştik” dediğime bakmayın…
bizim
yolumuz bundan 14 sene evvelinde kesişmişti… yıllarca 7 gün/24 saatimiz
birlikte geçti. sonra hayat işte, bi şekilde ayrı düştük. işlerimiz ayrıldı,
evlerimiz ayrıldı, ortamlarımız ayrıldı. daha seyrek görüşür olduk. birbirimize
kırılsak da hep unuttuk, hep affettik…
ama her ne
olursa olsun, 3-5 ayda bir de görüşebiliyo olsak, onun yeri benim için hep çok
farklı. o benim arkadaşım, dostum değil, ailem çünkü.
en acemi
usta’ya başladığım günlerde anne oldu o. ben de gururla anlattım en acemi teyze’liğimi size… sonra ben anne oldum…
ben onun
doğumunda yanındaydım, o da benim…
ama gene
hayat, aylarca görüşemedik…
ve bugün…
atlayıp geldiler…
fotoğrafa baktıkça
gözlerim doluyo, o kadar çok anı, o kadar çok kahkaha, o kadar çok gözyaşı var
ki bu fotoda…
can ve demir
çok şanslılar, inanıyorum. biz geç aile olduk ama onlar bu aileye doğdular.
demir de kapıda kaldığında gelip can’ın yatağında yatacak. can da bi lazlık
yaptığında demir ona gülecek, ama başkasının gülmesine müsaade etmeyecek. can
da demir’in bi bakışından onun ne düşündüğünü anlayacak. onlar, otobüste bi
yere giderken konuşmaya ihtiyaç duymayacaklar…
ne kadar iyi
dostun varsa o kadar şanslısın bu hayatta.
benimkiler
nicelikte değilse de nitelikte öyle “çok”lar ki :)